Friday 23 July 2010

Berlin in Berlin

Dostlar,
Berlin cok ama cok ilginc bir sehir.
Etrafta ciplak dolasan adamlar, sokak sanatcilari, geyler, lezbiyenler, icenler, sicanlar, iseyenler... Ne ararsaniz var.

Bakalim... Bir turlu cikamiyorsun bu sehirden. Hergun ayri bir guzel...

Sunday 18 July 2010

Lozan Sonrası, Berlin Öncesi


Sabah 10 gibi ben yine yollara düştüm. Amaç, bir günde (geçen cuma) Berlin'de olmaktı. Tahmin edebileceğiniz gibi, bir günde 1000 km'lik yolu gitmek, hem de otostopla, çok da kolay olmuyormuş. Zürih yakınlarında bir yerde, nerede olduğunu dahi bilmiyorum, gecenin bir vakti aniden yağmur bastırdı. Gençler, çadırımı ikinci kez yağmur testine tabi tuttum, hem de kendimi de test ederek. Yağmur altında bir çadırı kurmak ne kadar zormuş bunu gördüm. Karanlıkta ve sağanak altında, yumurta göte sıkışınca, inanın, iki dakikada kurabiliyormuşsun. Neyse, hemen çantaları ve kendimi içine attım. Geceyi netbookum'la, Dr House'tan 3 bölüm izleyerek geçirdim. Sonra yağmur şıpırtılarıyla uykuya dalmışım.

Uyanışın ardından, istikamet Almanya sınırıydı ve ben "Akşam Berlin'de olmalıyım" parolasıyla yola çıktım. İşin ilginci, yine olamadım. Bir oraya git, bir buraya, iki saat beklemeler, otobanda otostop çekemezsinler falan, sizi yormayacam gereksiz ayrıntılarla, en sonunda adını bilmediğim, neresi olduğundan haberim olmayan yerlerde otostop çekerken buldum kendimi çoğu kez. Bu yolculuklar sırasında, yeni yeni insanlar tanıdım, teyzelerle, amcalarla, küçücük ufacık bebişlerle yolculuk ettim. Avrupa'nın en büyük şelalesini gördüm, falan falan.









Bunlar da çok önemli değil, aslında... Şimdi size belki de adını bile hiç duymadığınız bir şehirden bahsedeceğim. Ve tanıştığım inanılmaz insanlardan...
Şehrimizin adı Würzburg... Daha önce duymamıştınız değil mi? Şahsen ben duymamıştım. Kenarından, köşesinden geçeceğim bir şehirdi haritada. Ne mi oldu? Neden mi benim için bu kadar önemli bu şehir? Anlatayım...
Yandaki karede gördüğünüz arkadaşlar, iki kuzen. Canlarım benim. Bu arkadaşlar Würzburg'a bir konser için gidiyorlarmışmış. Ne konseri mi?
Onu da söyleyeyim... Mark Knopfler... Kim mi? Dire Straits'in solisti ve gitaristi.. Sultans of Swing var ya, onu çalan ve söyleyen adam... Müzik duayenlerince bir gitar ilahı...
Bilmeyenler için:
http://en.wikipedia.org/wiki/Mark_Knopfler

Neyse, bunların fazladan bir bileti varmış. Beni de davet ettiler... Aynen kabul ettim.
Tekrar ediyorum: Kim demiş otostop çekmek tehlikeli diye? Bu konser benim için mükemmlel bir sürpriz oldu. İnanılmaz bir şey.
Kuzenlerinin evine gittik bileti almak için. Tüm aile oradaydı. Müthiş bir aile. Neşeli, sevecen, iyiliksever, dost canlısı...
Biz bunlarla, hepberaber konsere gittik... Ve evet, Mark Knopfler harikaydı. Tam anlamıyla muhteşemdi.
Bu inanılmaz bir şans, müthiş bir sürprizdi benim için... Canlarım benim.. Süper insanlarala süper bir konser... (Resmin üzerine tıklarsanız resmi daha büyük görebilirsiniz. Ortadaki oturarak çalan adam Mark Knopfler)
Bu günün gecesinde, tren istasyonunda yatma durumunda kaldım. Meğersem bebelerin de kalacak yeri yokmuş, otelde kalacaklarmış... Sorun değil... Kapalı bir yer olduktan sonra heryerde uyuyabilirim...

Friday 16 July 2010

İsviçre

Bu ülkeyi daha ülkeye girmeden çok sevdim.
İtalya sınırından çıkar çıkmaz otostop için yandaki süpersel tatlı kız durdu. Rohel adındaki bu fıstıkla bir saat kadar yolculuk yaptık. Evine davet edip yemek hazırlamayı önerdi. Tabii ki kabul ettim.. bir bedava yemek... iki süpersel de eğlenceli bir insan..

Neyse, yemekler yendi biralar neyn içildi.. Yolculuğa devam... Herkesin, "eeee?" der gibi olduğunu duyuyorum şimdiden.. Bişey olmadı cicilerim. Olsaydı da sizlere anlatacak kadar aşağılık bir pislik değilim... Özel hayata biraz saygı canım!
Nerede kalmıştık? Bir buçuk iki saat sonra Lozan kentinin Ouchy sahillerinde buldum kendimi. Zaten burada hepinize Lozan'dayım, Ölmedim mesajını attım...
Burada da sahilde bir grupla tanıştım. İçki içildi, müzik yapıldı, bayağı eğlenildi.. Sonra da sahilde yattım. Sabah kalkıp göle girdim. Kalvaltı yaptım. Eren'i bekledim.
Neyse bu kadar...



Lozan... Güzel mekan... Herşey kurallarıyla işliyor. İnsanlar kurallara uyuyor. Uymayan cezalandırılıyor. Değişik bir yer.. Bir kere, iki katlı şehir. Nasıl mı? İşte ilginç bir durum. Şehrin alt katı var... Merdivenden çıkıyorsun, asansöre biniyorsun. Şehrin üst katına çıkıyorsun. Çok ilginç bir şehir..

Hırvatistan- İtalya

Arnavutluk sınırından 6 saat yolculuk. Hırvatistan'ın Split kentindeydim... Sabaha karşı gişelerde bi yere çöktüm uyudum bir kaç saat. Sonrasında şehir merkezine ve limana gidip İtalya için feribot bileti aldım. Akşam 10'daymışmış.. Saat sabah 10... 12 saatim var..

Dışarısı çok sıcak, gezecek çok yer yok mekanda. Hep eski yapılar falan... Sevenler sever... Pek bana göre değil böyle yapıları görmek.. Yanında rehber olmayınca mal gibi bakıp fotoğrafını çekiyorsun böyle :)


Bir kaç saat bi yerde oturup oradaki insanlarla muhabbet edip zaman öldürdüm. Geminin kalkış saatine kadar..

Sonra da Ancona'ya yolculuk...
11 saatlik yolculuktan sonra İtalya topraklarına ayak bastım. Gemide birileriyle muhabbet ederek, yeri geldiğinde uyuyarak geçti yolculuk.

İtalya'da otostop geçmişim hiç parlak değil aslında. Daha önceki gezimizde saatlerce bekleyip hiç kimsenin durmadığına şahit olmuştuk ve tren yoluyla yolculuğu tercih etmiştik. Neyse, bu sefer pek de öyle olmadı.

Yandaki çift Ancona'dan Bologna'ya kadar götürdü beni... Bologna girişinde otobanda bıraktılar beni. Sonrasında sancılı bir yolculuk başladı. Otoyol görevlileri beni yoldan alıp, otobandan çıkardılar ve normal bir yolun orada bırkatılar. Neyse bu da iyi oldu. Acayip güzel yeşillik alanlarda yolculuk ettim, bir iki süper insanla tanıştım.
Bunlardan biri de yandaki Romeo. Eski hippi dostum. Beni görünce gençliğini hatırlamış, falan falan.. Şimdi RedCross'ta gönüllü olarak çalışıyormuş. Beraber çok eğlenceli bir yolculuk geçirdik. Bee Gees'ler dinlendi, mola verilip kahveler içildi. Falan falan...
Neyse gençlik, En sonunda bir şekilde Milan'a vardım. Gece yağmur yağdı yağacak bir pozisyondaydı. Ben de hemen attım çadırı otoban kenarına. Tabii ki yağmur yağmakta gecikmedi... Ama sorun yok.. Merak etmeyin. Yağmurlu günler için aldık bu çadırı...
Sabah bir iki kişinin sesine uyandım. Ve yine otoban görevlileri tarafından otobandan atıldım.
Neyse sağlık olsun... Sonunda güzel bir kahvaltıdan sonra tekrar yollara düştüm.
Bu sefer sınırı geçmem gerekiyordu... İtalya'dan çok sıkıldım. Yine saatlerce bir yolculuğun ardından en sonunda İtalya-İsviçre sınırına geldim.

Montenegro... Diğer Adı Karadağ

Arnavutluk sınırından akşam vakti beni Macaristanlı bir adam aldı. Dostumuz Hırvatistan'a kadar gidecekmiş... Yaklaşık 6 saat yolculuk yaptık. Gördüğüm kadarıyla mükemmel bir ülke. Gece 12 civarı yollarda otostop çekeninsanlar gördüm. Yaşlı teyzeler tatlı hatunlar falan...

Bir de yolculuk sırasında şunu farkettim
Monten = mountain = dağ
negro = negro = zenci = kara
montenegro = karadağ

Kara kelimesi için zenci kullanılması, evet, beni de rahatsız etti... Irkçı pislikler :)
Sonra da bu buluşumdan dolayı kendimle saçma bir gurur duydum. Bu mutluluğı ve bu bilgiyi yanımdaki adamla da paylaştım... Çok etkilenmedi... Bence çok şık!

Wednesday 14 July 2010

Arnavutluk

Bu ülkeyi başlı başına ayrı bir post yaptım. Anlatacak çok şey var çünkü... Ama çok da iyi şeyler değil..

Birincisi... Eğer ki Arnavutluk'u ziyaret edeyim, diyorsanız, etmeyin. Gerçekten etmeyin. Hayatımda bu kadar çapulcu, hırsız bir halk görmedim.

Otostop çekiyorsun para istiyorlar. Soru soruyorsun para istiyorlar. Ne fakirmişsiniz be arkadaş... Bi yerde dolanıyorsun, sırtında koca çantayı görünce, normal arabalardan bile sana sesleniyorlar "taksi!" diye. Manyak mısın be arkadaş? Sana ne!

Neyse, yolda İrlanda asıllı, Kanadalı ve 12 yıldır Çin'de yaşayan biriyle tanıştım. Kafa karıştıcı değil mi? David miydi neydi adı, hatırlamıyorum tam. Yolculukta o kadar çok kişiyle tanışıyorum ki, hepsinin adını hatırlamak bazen zor olabiliyor.
Neyse, bu adamı da kandırdım otostopla Elbasani'ye kadar yol aldık. Tabii ki para istedi sürücü.. Sağolsun David karşıladı.

En sonunda David'le Tiran'a vardık bir şekilde... Burası David'i son gördüğüm yerdi.

Şimdi sıra Tiran'dan Karadağ sınırına ulaşmaktaydı. Bir kaç Euro'ya biriyle anlaştım. Beni sınırdaki köye kadar bıraktı.

Oradan bir sonraki köye yandaki resimdeki avukat götürdü beni. Adama "Param yok yalnız" dedim.
"Sorun değil" dedi, şaşırttı beni. Meğersem adam avukatmış.. Paraya da ihtiyacı yokmuş.




Bıraktığı yerde Alben (resimde ortadaki) diye biriyle tanıştım. Türk olduğumu söyledim. Bu adam da Türkiye'de çalışmış daha önce. Beni kahve içmeye davet etti. Bi kafede arkadaşlarıyla beraber kahve içtik. Sonra da, sağolsun, beni sınıra kadar bıraktılar.

Asıl sorunu sınırdan çıkarken yaşadım. Görevliye pasaportumu verdim. Adam evirdi çevirdi, baktı, baktı. "Problem" dedi. Dedim ki "Sorun ne?". Tek bir cevap alıyordum adamdan: Problem...
Otel rezervasyonun yok, diyor, yok efendim neyle yolculuk edeceksin Karadağ'da diyor. Ne pislikmişsiniz be arkadaş! Sana ne? Bu Kardağ'ın sorunu senin değil ki... Ülkenden çıkıyorum. Bırak gideyim... Yarım saat uğraştırdıktan sonra "Coffee money" dedi adam, Rüşvet istiyor pislik. Neyse, cebimde 2-3 Euro'ya karşılık gelen Arnavutluk parası vardı verdim. Önce bi kabul etmedi. "Bu ne?" dedi... Elimdeki paranın bu kadardan ibaret olduğunu, başka hiç bir şeyimin olmadığını söyledim de anca "tamam" dedi..

Eğer ki Arnavutluk'a gitmek gibi bir planınız olursa- ki neden olsun?- sakın ola gitmeyin, derim ben.

Üsküp-Sırbistan Sınırı

Üsküp'ten Sırbistan'a doğru yola çıktım. Gece 1-2 gibi Sırbistan sınırındaydım. Adi herifler vizemin geçerli olmadığını iddia ettiler.. Neymiş efendim, benim C sınıfı vizem varmış da , onlar D sınıfı Schengen vize istiyorlarmışmış...

Gece 2'de geri dönmek zorunda kaldım. Neyse, beni alan tır şoförü bi güzellik yaptı. Arkadaşının resepsiyonist olduğu bir otelde oda ayarladı. Bedava... Geceyi orada geçirdim. Sabahın köründe yine yollara düştüm..


Neyse, aynen Arnavutluk sınırına doğru yola koyuldum.

Bir kaç saatlik yolculuktan sonra sıra Arnavutluk sınırını zorlamadaydı...

Tuesday 13 July 2010

Selanik - Üsküp

Kardeş vatan Yunanistan'ın güzide kenti Selanik'ten Makedonya sınırına kadar anlatacak pek bir olay olmadı.

Yandaki resimdeki dostumun bana frappe ısmarlaması dışında...


Çok şık olaylar yaşıyorum a dostlar... Kim demiş otostop tehlikeli diye?

Makedonya sınırında ise insanı çok güzel karşılıyorlar. Bir de Türk olmamın getirisi var sanırım. Makedonya Türkleri birbirini koruyor muymuş neymiş... Sınırda bir Makedon Türk vardı. yardımcı oldu bana.

Sınırdan Üsküp yakınlarına kadar tek bir tır aracılığıyla gittim. Çat-pat Türkçe konuşan abiyle 3,5 saat kadar beraber yol aldık.
"Dünya'nın en iyi şoförleri Türk şoförleridir." TŞOF'un uydurma sözü... Doğrusu şu:
"Dünya'nın en iyi şoförleri Tır şoförleridir."

İpsala'ya Varış (08.07.2010)

Saatlerce süren yolculuktan sonra İpsala'ya gece 02:30'da vardım.
Bilmeyenler için söylüyorum: İpsala Yunanistan'la sınır kapımız... Kızların çıplak doaştığı şahane bir yer. Cennet...
Şaka şaka, yok öyle bir şey.
Geceyi yolcu bekleme salonunda uyuyarak geçirdim. Sabah uyandığımda (saat 8-9 gibi) delicesine yağmur yağıyordu... Otostopla yolculuk yaparken yağmurlu bir sabaha uyanmak çok da güzel bir şey olmuyor. Biraz bekleyip yollara düştüm tekrar.

Buradan tırcı bir abiyle (Koca Yusuf) beraber Selanik'e kadar yol aldık.

Bir ara biraz mola verip kahve içip kek-mek yediydik..



"Dünya'da çalışılacağını bilselerdi doğmaktan vaz geçerlerdi."
Koca Yusuf'un Yunan halkı için yorumu... Çok süper bir adam.. Çok güldürdü beni..

Monday 12 July 2010

Gençler, Ölmedim. Lozan'dayım...

Selam herkese,

Uzun süre sessiz kaldım.. Yollarda leş gibi, gebeş gibi dolaşırken anca fırsat bulabildim..
Merak etmeyin..

Şimdi, Eren denen arkadaşımla buluşacam... Herifi arıyorum arıyorum açmıyo...

Şehirde geçen ilk gecem olacak sanırım... Habire arabalarda uyumalar, yol kenarlarında sürtmelerle geçti günlerim gecelerim...

Daha sonra ayrıntılı bir biçimde yazacağım bu yolculukların hepsini... Hepsini demeyeyim de aklıma gelenleri...

Neyse, canlar..
Şimdilik bu kadar. Eren'le bir buluşalım da önce...

Öpücüklerimle..











Bu arada, yukarıda şu ana kadar aldığım yol gözüküyor... Az yol gitmişim gibi bir his olmasın aklınızda, yakarım... Canım çıktı... Ama çok şık oldu. Ayrıntılar sonra.

Sunday 4 July 2010

On the Way to Istanbul / İstanbul Yolunda

On the way to Istanbul, I saw this road sign(it says that it is forbidden to get in/off passenger on the highway) when I got off one of the cars that I hitch-hiked.

İstanbul yolunda, Gebze taraflarında otostop çektiğim arabalardan birinden indiğimde bu uyarıyla karşılaştım.

Friday 2 July 2010

Preparation-Saying Goodbye / Hazırlık-Elveda

For the last day at work place, ex-flatmates (my lovely friends-Ayşegül, Alper & Kato) and I prepared some food to share with our colleagues.
_________________________________________
Son iş günü için eski ev arkadaşlarım (canlarım-Ayşegül, Alper & Kato) ve ben, iş arkadaşlarıyla kutlamak için kısır ve ayran ikilisini hazırladık.

We went shopping... / Alışverişe gittik...














We worked our ass in the kitchen... / Kısır hazırlanırken mutfakta canımız çıktı...













It was the last meal with my colleagues... / İş arkadaşlarıyla son yemek....